13 Şubat 2024

Milletvekillerinin itibarı meselesi!

Milletvekilleri gerçekten milletin vekili gibi davranabilseler, bütçe hakkımıza sahip çıkabilseler, yürütmeyi denetleyebilseler, yasama gücüne sahip olduklarını hatırlasalar itibar konusunda bir sorunları da olmazdı

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Meclis lokantasındaki düşük fiyatlar ile ilgili soruyu yanıtlarken, bu konunun gündemde tutulmasındaki asıl amacın TBMM'nin itibarını düşürmek olduğunu söyledi.

Kurtulmuş'un HaberTürk televizyonunda konuyla ilgili soruya verdiği yanıt şöyle:

"Bir kere şunu çok açık söylemek lazım. Yıllardır aynı şeyi görüyoruz ve söylüyoruz. Bir yerde milletvekili arkadaşlar, her dönemde, sadece bu dönem için söylemiyorum, her dönemde kolay bir şekilde gözden çıkarılır, her dönemde saldırılabilir, kolay etiketlenebilir bir grup olarak görülüyor. Bu fevkalade yanlıştır. Milletvekillerini itibarsızlaştırmak için işte maaşlar meselesi, yemekler meselesi... Milletvekili öyle arkadaşlarımız var ki sadece bir tek maaşları var. Bu insanlar bütün masraflarını onun içerisinden kendileri yapıyorlar."

İnsanın haliyle gözleri yaşarıyor: Düşünün, TBMM Başkanı'na göre milletvekillerinin çoğunun "tek maaşı" varmış!

Bunun ne kadar tuhaf bir açıklama olduğunu söylememe gerek var mı, bilmiyorum.

Bu ülkede çoğu insan "tek maaşla" geçiniyor ve ezici çoğunluğun "aldığı tek maaş", milletvekili maaşının altında.

Öte yandan tartışmamız gereken konu milletvekillerinin tek maaşla geçinmek zorunda olmaları değil, nasıl olup da ikinci, üçüncü maaş alabildikleri olmalı.

"TBMM üyeliği ile bağdaşmayan işler ile ilgili kanun" bu işlerin neler olabileceğini sayıyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Milletvekilleri, her türlü kamu kuruluşunda ve bunların doğrudan ya da dolaylı ortaklıklarında devletten yardım sağlayan vakıflar gibi kuruluşlarda, sendikalarda, bunların ortak şirketlerinde, hükümetin teklif veya onamasına bağlı resmi ve özel işlerde görev alamazlar.

Bunların dışında serbestçe faaliyette bulunabiliyorlar ki birinci yanlışlık burada zaten.

Bizimki gibi ülkelerde kamu ile özel sektör arasındaki çizgi nereden geçiyor, hangi konularda bu iki sektör birbiriyle temas ediyor kestirebilmek çok güç.

Devlet, Türkiye'de önemli bir "tedarikçi" olduğu kadar önemli bir "tüketici" de ve milletvekilliği sıfatının özellikle bu konulardaki iş takibi konusunda çok avantaj sağladığı bir gerçek.

Sıradan bir insanın bir işi için bir bakandan randevu alması bazen aylar sürer bazen de hiç mümkün olamazken milletvekili için bu iş çocuk oyuncağı kadar basit ve bunun fütursuzca kullanıldığını da biliyoruz.

Çoğumuz farkında değiliz ama bu konu, bugün Schengen vizesi kuyruğunda bekleyen ve vize talepleri reddedilenleri de ilgilendiren bir konu.

Hatırlar mısınız bilmiyorum, Ahmet Davutoğlu'nun Başbakanlığı sırasında 16 Aralık 2013 günü Türkiye ile AB arasında bir "geri kabul anlaşması" imzalanmıştı. Buna göre Türkiye 72 kriter ile ilgili uyum sorunlarını çözecekti, AB de TC vatandaşlarına vize uygulamasını tamamen kaldıracaktı.

72 kriterin çoğu Türkiye tarafından çözüldü.

Çözülemeyen 6 şarttan biri "yolsuzluklarla mücadele ve etik kurallar için bağımsız kurulların oluşturulması" şartıydı.

Çözülemedi çünkü bu konu Erdoğan rejiminin hassas karnı ve doğal olarak milletvekillerini de ilgilendiriyor.

TBMM Başkanı, "kurumun itibarı" konusunda gerçekten samimiyse, bu konuda nasıl bir girişimde bulunduğunu da açıklasaydı keşke.

Öte yandan bizim TBMM'nin çok ciddi bir temsil sorunu da var.

Birincisi, seçim barajı nedeniyle TBMM'de her görüşün temsil edilemiyor olması.

İkincisi ise milletvekillerini kâğıt üzerinde biz vatandaşlar seçiyor gibi görünsek de,  aslında onları seçenlerin siyasi partilerin genel başkanları olması.

Bu nedenle milletvekilleri de sorumluluklarının parti genel başkanlarına karşı olduğunu düşünüyorlar.

Parti grup toplantıları artık bir miting havasında geçiyor, milletvekillerinin esamesi okunmuyor.

"Parti disiplini" görüntüsü altında, parti genel başkanları, milletvekillerinin iradelerine de ipotek koymuş durumdalar.

Oysa bir başkanlık sisteminde, Meclis'in kendisine verilmiş görevleri yerine getirebilmesi "gevşek parti disiplini" ile mümkün.

Bunun sonucu olarak TBMM ne denetleme görevini yerine getirebiliyor ne de yasama görevinde kendisinden beklenen katkıyı sağlayabiliyor. Kanun teklifleri, Saray'da hazırlanıyor, kaldır parmak – indir parmak kabul ediliyor.

Yani TBMM'nin ve milletvekillerinin itibarı meselesi, Meclis lokantasında uygulanan düşük fiyat politikasından çok daha ötede.

Gerçekten milletin vekili gibi davranabilseler, bütçe hakkımıza sahip çıkabilseler, yürütmeyi denetleyebilseler, yasama gücüne sahip olduklarını hatırlasalar itibar konusunda bir sorunları da olmazdı.

Bunları yapsınlar, lokanta bedava olsun kimse sesini çıkarmaz, ben söylemiş olayım.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

Bu disiplinsizlik en ağır cezayı mı hak ediyor?

Teğmenlerin, subay yemini yapılmayacağına ilişkin emre rağmen, bu yemini etmeleri kuşkusuz ki bir disiplinsizliktir. Ancak ellerin vicdanlardan çekilmemesi de yararlı olur: TSK Disiplin Kanunu’nun öngördüğü en ağır cezayı gerektirecek bir disiplin suçu mudur?

İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına

Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Riyad’daki dans gösterisinde Kâbe siluetinin dijital dekor olarak kullanılmasına, “Suud ulemasının sessizliği fecaattir” sözleriyle tepki göstermesini tebessümle karşıladım. Fetullahçılar, her türlü ahlaksızlığı yaparken kendisi Diyanet İşleri Başkanı idi. Bu ülkede yolsuzluğa “hırsızlık değildir” diyen, “rüşvet vermek caizdir” diyen fıkıh uleması bile gördük

"
"